*Kutlu Yolun Şaşkınları
TÜRKİYE TÜRK'LERİNDİR
TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR Tarih sahnesine çiktigi andan itibaren haklinin yaninda, haksizin karsisinda olan; serefli bir hayati kendisine sair edinen Türk milleti, asirlar boyunca kendisini yok etmek isteyenlere karsi kiyasiya bir mücadele vermistir. Adalete, insan hak ve hürriyetlerine, ilâhi esaslara bagli bir yönetim uyguluyan Türkler, Íslâmiyet'i kabul etmeleriyle beraber bu dinin en atesli mücahidi olmuslardir. Her kemâlin bir zevali oldigi gibi büyük Türk Milleti'nin kurmus oldugu sanli Osmanli-Türk Devleti, 20. asrin baslarinda yikilmistir. Osmanli-Türk Devleti'ni yikan sebepler asasinda Türk'ün ahlâken zayiflamasi bulundugu gubu Bati ve Dogu devletlerinin entrikalari da vardir. Türk'ü hem dininden yani Íslâmiyet'ten, hem de milliyetinden yani Türklük'ten uzaklastirma çabalari maalesef meyvesini vermis; özbe öz Müslüman Türk olan insanimiz arasinda "Müslüman degilim" diyenler çiktigi gibi "Türklükte neymis" diyenlerde türemistir. Elalem kaldirimda gezer gibi uzayda yürürken, tamamen Türk yapimi uzay araçlari yapmisiz gibi kisir tartismalarla vakit geçiriyoruz. Güya müttefikimiz olan ABD yayinladigi haritada Türkiye'nin Güneydogu'sunu Kürdistan olarak gösteriyorken; Yunanli, Ízmir ve Ístanbul'a hâlâ benim diyorken; Gürcü. Dogu Karadeniz'e istahla bakarken; Rus'un sicak denizlere inme hevesi devam ederken, hasili ezeli Türk ve Íslâm düsmanlari kadim Türk yurdu Anadolu'yu parçalamak isterken düsmanlarimizin ekmegine yag sürenleri esefle karsiliyoruz. "Türk'üz" dememek için olaganüstü çaba sarfeden, buna karsilik Türklüge karsi alenen tavir alan bu zihniyetin belediye baskanligini ypan sayin R.Tayyip Erdogan, Kayseri'de düzenlenen bir toplantida yaptigi konusmada su sözleri sarfedebilmis ve maalesef bu sözler az da olsa alkislanmistir. Íste sayin Erdogan'in insani hayrete düsüren sözlerinden bir bölüm: "Türkiye kimindir? Bunu kavrayamazsak Dogu'da akan kan durmaz. Gazetenin birisi yazmis: <>. Ahlâksiz bu, hayâsiz bu. Böyle derseniz Türkiye'yi üçe, dörde bölersiniz. Türkiye'de Laz var,Çerkez var, Kürt var, Ermeni var. Böyle saçmalik olmaz. Türkiye, Türkiye'de yasayanlarindir." Bu sözler bize göre gafletin sinirlarini zorlamaktir. Bunun adi ihanettir, bölücülükür. Sayin Baskan yanlis görüslerini masum bir kiliga büründürmek için yüce dinimiz Íslâmiyet'i kullanmayi ihmal etmiyerek "Íslâm kardsligi" prensibi sakat bir mantikla yorumlamaktadir. Aslinda onlarin bu konulardaki ilk ifadeleri degildir bu. Benzer sözleri basta Genel Baskanlari olmak üzere pek çok defa sarfetmislerdir. Belediye baskan adaylarindan birisinin, "Türkiye Türk'tür, Türk kalacaktir sözü saçmaliktir. Bu ülkede Ermeniler, Küretler, Çerkezler, Lazlar da vardir." dedigini unutmadik! 1040 Dandanakan, 1071 Malazgirt savaslarindan beri bu vatab Türkler'indir. Anadolu'nun her karisi ulu ceddimiz Alparslan Gaziler, Osman Gaziler, Fatih Sultan Mehmetler, Abdülhamidler tarafindan nakis nakis Türklük ve Müslümanlik ruhuyla islanmistir. Atalarimizin kanla suladigi Türkiye bahçesinde ayrik otlarinin yasamlarina asla müsade etmiyecegiz. Bu topraklardan Türk ve Íslâm mühürünü kazimaya hiç kisenin gücü yetmiyecektir. Türkiye'de yasamak istemeyen. AY-Yildiz'li bayragimiza slâm durmayan, Türk'üm demekten utananlar varsa istedikleri diyara gidebilirler. Türkiye'de Türk olmayanlar bulunabilir. Bu, Türkiye'nin Türkler'in olmasina engel degildir. Nasil ki Almanya'da Alman olmuyanlar, Fransa'da Fransiz olmuyanlar varsa bu ülkelerde hiç kimse "Almanya Almanlar'in degil, Almanya'da yasayanlarindir" deme hakkina sahip degilse, Türkiye'de de hiç kimse "Türkiye Türkler'in degil, Türkiye'de yasayanlarindir" deme hakkina sahip degildir. Kürt'ü, Çerkez'i, Laz'i azinlik göstermeye yeltenen bu mozaik kafalara diyoruz ki: Bu vatanda Ermeni, Rum, Yahudi'den baska azinlik yoktur. Onlar da Türkiye Cumhuriyeti vatandasi olarak yeterince rahat yasamaktadirlar. Kürtler, Çerkezler, Lazlar ise bizim öz kardesimizdir. Çanakkale'de koyun koyuna yatanlar Artinler'le, Misonlar'la Mehmetler degil; Trabzonlu Ídrisler, Hakkarili Hasanlar, Ízmirli Aliler, Kayserili Mustafalar, Mehmetlerdir. Yillardan beri ekmegini yedikleri mahfillerin kilicini sallayan Türk-Íslâm düsmanlarinin Anadolu tapusunu Etiler'e, Frigyalilar'a, Rumlar'a, çikarma çabasina Íslâm adina destek verenleri kiniyor, büyük Türk Milleti'nin hosgörüsü ve sabriyla fazla oynamamalarini tavsiye ediyoruz. Ne kadar çirpinirlarsa çirpinsinlar "TÜRKÍYE TÜRKLER'ÍNDÍR" ve Cenab-i Allah'in yardimiyla "TÜRKÍYE TÜRK'TÜR, TÜRK KALACAKTIR."
ein Bild

***KUTLU YOLUN ŞAŞKINLARI***

12 Eylül'den sonra müslüman olanlari bilirsiniz. Yok canim Türkiye disindaki isçilerimizin gayretleri neticesinde Íslâmi kabul edenlerden sözetmiyorum. Su andan, babadan müslüman olup da 13 Eylül'de "hidayete" eren "bizimkilerden" bahsediyorum. Bugünlerde yeniden günes görmüs yilan gibi tas aralarindan kafalarini uzatan bu meczuplarin tislamalarini duyuyoruz. "Kafayi çekip çekip kanimiz aksa da zafer Íslâmin diye çok bagirdim" diyor bunlardan biri. "Çok sükür uyanmis ve ülkücülükten teberri etmis..." Sanki kendisine kafayi çek ve sonra ortaya çikip "zafer Íslâmin" diye nara at diyen varmis gibi... Birisi de "oruç yer, oruç tutmayanlari döverdik" diye büyük bir sirri ifsa ediyor(!). Be mübarek, hangi Ocak'ta hangi baskan sana oruç ye, sonra da git oruç tutmayanlari döv dedi! Eger sen bes para etmez kalibinla Ocagima girip insan varliginin jayvanî tarafini terbiye edemeyip, ahlakini güzellestiremediysen ben ne yapayim. Kabe'ye her yil onbinlerce tasit gidiyor amma hiç birisi haci olamiyor. Kildigi namaz adami kötülüklerden alikoymuyorsa namazin ne suçu var. Tuttugu oruç giybetten, hasetten uzaklastirmiyorsa aç durmanin ne âlemi var. 12 Eylül'den önce ya komünist olup "ne Amerika, ne Rusaya, ne Çin; her sey milliyetçi Türkiye için" diyerek Türk milletinin sonsuza kadar hür ve güçlü olarak yasamasi için çalismak siklari vardi. Ülkücülügü tercih edenler pesin olarak büyük bir "çikar" saglamislardir: Kendilerini korumak! Hem adi geçen ser güçlere karsi Íslâmi ve millî degerleri savunan, devleti koruyan (gerçi hiç kimse onlara devleti koruyun dememisti.) hem de kendisini yarinin Milliyetçi Türkiyesine hazirlamak zorunda olan ülkücü hareket-tesbihte hata olmaz ya-yedi sekiz çocuguyla bir evin islerini omuzlayan kocasiz bir kadina benziyordu. Düsünün bir kere namusunuzu koruyacaksiniz, o kadar çocugun ihtiyacini karsiliyacaksiniz; yemeklerini pisirecek, bulasiklarini yikiyacak, elbiselerini temizliyecesiniz... Evi sürüp düzenliyecek, çarsi pazar isini halledeceksiniz... Yeri geldiginde çocuklarinizi haksiz yere dövenin karsina dikilip haddinibildireceksiniz... Bu arada ibadetlerinizi yerine getirecek, kültürünüzü gelistirmek için kitap okuyacak, sosyal faaliyetlere katilacaksiniz.. Ne oldu? Íçinizi SIKINTI basti degil mi? Íste ülkücü hareket 12 Eylül öncesinde bundan daha sartlar altinda idi... Sahsî her türlü düsünceyi ötelere firlatip bir büyük ülküyü almistik ciliz omuzlarimiza... Davamiz Türkiye'yi maneviyatta, ilimde, sanatta, teknikte ilerilere götürmekti. Davamiz nizam-i âlemi gerçeklestirmek, Allah'in adini yaymakti... Davamiz esir Türkleri hürriyete kavusturmak, Turan'i gerçeklestirmekti. Davamiz bütün müslümanlari küfrün buyrugundan kurtarmakti. Bu "dava" bize hazir bir sekilde geldi. Yani 90'li yillarda yasi otuz ve biraz üzerinde olan benim neslim, gözümü açtiginda kizil ve kara her türlü emperyalizme karsi Türk milletini müdafaa eden bir hareketle karsilastilar. Biz kisa pantalonlarla gezerken Alparslan Türkes adinda bir babayigit, Türk'e ve Íslâm'a karasevdali bir iman ve aksiyon adami çevresindeki serden geçitlerle kutlu mücadeleye devam ediyor... Edebiyat sahasindan politika meyadnina çikincaya kadar pek çok renge bürünen; zaman zaman kabuk milliyetçiligi özelligi gösteren Türkçülüge en saglikli yorumu getiren ve milliyetçiligi kitlelere maleden sayinTürkes olmustur. Asil mevzuumuza dönelim: Davasi belli, lideri belli; teskilatlari kurulmus bie harekete mensup olan insanlarin yapmasi gereken tek sey vardi: Girdikleri yolu iyi bilmek! Lider ne demis: "Benimle dava arkadasligi edeceksiniz, herseyden önce yüksek vasifli Türk olmaya mecbursunuz..." Lider ne demis: "Milliyetçi Harekete katilanlar ve bu ülkünün bayragini tasiyanlar, hem Türk milletinin ihtiyaçlarini bilmek hem de memleket gerçeklerini görmek ve göstermekle görevlidir..." Lider ne demis: "Gençler! Hepiniz birer Türk bayragisiniz. Bayragi lekelemeyin, kirletmeyin, yere düsürmeyin..."

ein Bild

***CENAZE(MUTLAKA OKUYUN HEEE)***

Sultan Murad Han o gün bir 'hoş'tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vaz geçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah...
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Anlaşılan o ki, Padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar:
- Kimdir bu?
- Aman hocam hiç bulaşma, derler.
- Ayyaşın sarhoşun biri işte!
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz...
Bir başkası tafsilâta girer:
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplarçarsısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine..

Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
- İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?..
Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam Vezir de toparlanıyordur ki, Padişah keser yolunu:

- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkânınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, Vezir'in de keza... Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar.
Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara Vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
- Nasıl yani?
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?
- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.

Vezir, cüzüne, tesbihine döner. Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.

- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.

Kadın eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...

- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı.
Sonra getirip dökerdi helâya!
- Niye?
- Gençler içmesin diye...
- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara...
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; "Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada..."
- Doğru, öyle ya?
- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra; "Allah büyüktür hatun, dedi. Hem Padişah'ın işi ne?"


ein Bild

***DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ***
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."

Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."

Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden dört-beş tane çıkardı. Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.
Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum.
"Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!.. "
"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."
"Kim bu adam?"diye sordum.
"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."

Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.
"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler."
Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.
"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana bugün pasta gibi ekmek vereceğim."
Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"





 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol